31 Mayıs 2018 Perşembe

Migren

Migren, çoğunlukla otonom sinir sisteminde* görülen birkaç belirtiyle bağlantılı olan tekrarlayıcı orta şiddette ve şiddetli baş ağrısı ile karakterize kronik bir rahatsızlıktır.


Migren hastanın günlük yaşamını etkileyebilir. İş hayatında ya da gün içerisinde gerçekleştirdiği aktivitelerde kısıtlılık yaratabilen bir baş ağrısı tipidir. Ağrı genellikle ense, şakak veya göz çevresinde başlar. Özellikle zonklayıcı ya da keskin olarak şakak bölgesinde sabit olur. Eğer baş ağrısı ataklar halinde ortaya çıkıyorsa, bu ağrıya migren ağrısı denir. Ağrının çeşidine göre hareket ettikçe kötüleşebilir. Ağrı ile birlikte bulantı ve kusma gibi belirtiler meydana gelebilir. Işığa ve sese karşı duyarlılık oluşabilir. Migren ağrısını dayanılmaz kılan yukarıda sayılan bulguların eşlik etmesi ve bunların saatlerce ya da günlerce sürmesidir. Migren atakları bazı insanlarda yılda 1 - 2 defa, bazı insanlarda ise ay içerisinde defalarca görülebilir. Migren ağrısı çeken kişilerin neredeyse üçte biri, yakın zamanda baş ağrısının meydana geleceğinin sinyallerini veren geçici duyusal, motor bozukluk, görme ya da konuşma kabiliyeti bozukluğu olan bir aura* hisseder. 

Dünya genelinde, toplumun yüzde 10'undan fazlası hayatlarının bir döneminde migrenden etkilenmektedir. Ortalama olarak, kadınların yüzde 18 - 20'sinde; erkeklerin ise yüzde 6 - 8'inde migren ağrısı görülmektedir. Migren en yaygın olarak 15 ile 24 yaş arasında başlar, en sık 35 ile 45 yaşlarında görülür. Ayrıca migrenli hastaların yaklaşık yüzde 70'inin ailesinde, başka migrenli hastalar bulunmaktadır. 

Nörolojik bir hastalık olan migren, doktora en fazla başvurulan rahatsızlıklardan biridir. Migrenin nörovasküler bir bozukluk olduğu düşünülmektedir. Çünkü migren mekanizmasının beyinde başladığını ve kan damarlarına yayıldığını destekleyen bulgular mevcuttur. Bazı araştırmacılar nöronal mekanizmanın daha büyük bir rol oynadığını, bazıları ise kan damarlarının daha etkili olduğunu düşünmektedir. Başka araştırmacılar ise her ikisinin de benzer derecede önemli olduğunu düşünmektedir. Yüksek serotonin* düzeylerinin de işin içinde olduğu düşünülmektedir. Migren ağrıları depresyon, kaygılanma, bipolar bozukluk gibi birçok psikolojik durumla ilişkilidir. 

Migrenin sebebi olarak, genetik ve çevresel faktörlerin etkisi vardır. Atakların meydana gelmesinde, serotonin de dahil olmak üzere beyin kimyasallarında yaşanan dengesizliklerin büyük rolü vardır. Bilinen en yaygın tetikleyici faktörler stres, açlık ve yorgunluktur. Migrenli kişilerin ev içindeki havanın kalitesi ve ışıklandırma ile ilgili bazı koruyucu tedbirler alması tavsiye edilmektedir. 

Migrende olası dört aşama bulunur fakat bu aşamaların tümünün yaşanması gerekmemektedir. Bu aşamalar şöyledir:  

1. Prodrom: Baş ağrısından saatler veya günler öncesinden meydana gelir. Bu dönemde migrenin belirtileri ortaya çıkmaktadır. Durgunluk, vücutta hissedilen yorgunluk, ruh halinde değişkenlik gibi belirtilerdir. 

2. Aura: Baş ağrısından hemen önce oluşur. Genel anlamda göz ile ilgili meydana gelen aksaklıklardır. Zihinde bulanma ve yüzde meydana gelen karıncalanmalar, migren ağrısının başladığı dönemden kısa bir süre önce meydana gelmektedir. 

3. Ağrı: Baş ağrısı aşamasıdır. Migren hastasının en zorluk çektiği dönemdir. Ağrı başın her tarafında olabilir. Vücudu yoracak bir iş yapıldığında ağrılar artmaktadır. 

4. Postdrom: Migren atağından sonra yaşanan etkilerdir. Rahatlamanın başladığı ve ağrının yok olmaya başladığı evredir. Bu evrede his olarak bazı insanlar mutlu ve yerinde duramayacak kadar sevinçli, bazı insanlar ise sinirli ya da tükenmiş hissederler. 

Belirli aralıklarla yukarıda bahsi geçen semptomlar yaşanıyorsa, uzman doktora görünmek gereklidir. Hastalar baş ağrısını ağrı kesici ilaçlarla kontrol etmeye çalıştıkları için, migren hastalığı yeteri kadar bilinmemekte ve bu sebeple tedavisi yapılamamaktadır. Migren ve baş ağrısı ataklarını önlemede, doğru ilaç tedavileri ve hastaların yaşam tarzlarında yapacakları küçük değişiklikler olumlu sonuçlar verecektir. Tam bir migren tanısı koymak ve doğru sonuçlar almak için, uzun bir süreç ve uzman doktor kontrolü çok önemlidir.  






Kaynak: Wikipedia 

27 Mayıs 2018 Pazar

Bal Arısı

Arı, zar kanatlılar takımına ait apoidea familyasını oluşturan tüm böcek türlerine verilen isimdir. 

Zar kanatlıların özelliği, içinde enine ve boyuna damarcıklar bulunan ve iki çift saydam zar şeklinde kanatlarının olmasıdır. Arıların vücudu baş, göğüs ve karın olmak üzere üç kısımdan meydana gelir. Vücutları yumuşak yapıdaki yoğun bir kıl örtüsüyle kaplıdır. Kılların rengi türe göre değişkendir. 
Bal arısı, yaban arısı, eşek arısı, bombus gibi birçok arı türü vardır. 


Bizim konumuz "Bal Arıları"... 

Bal arıları aslında "böcek yiyen" bir familyanın alt üyesidirler fakat artık böcek yemeyi bırakmışlardır. 


Bal arıları yaklaşık 1,2 cm uzunluğundadır. Ortalama olarak saatte 24 km hızla uçabilirler. Dakikada 11 bin 400 kez kanat çırparlar. Baş ve göğüs bölümleri az çok kıllıdır ve genellikle sarı tonlardaki renkleri soydan soya değişir. İki büyük bileşik göz ve üç basit göz, başlarının tepesinde yer alır. Başlarında bir çift duyarga (anten) bulunmaktadır. Bunlar sayesinde koku, tat ve dokunma duyularını sağlarlar. Duyargalarının içerisinde bulunan sinir uçları sayesinde, duyularına ek olarak rüzgar hızını ve hava sıcaklığını da algılayabilmektedirler. Bu duyargalar o kadar hassastır ki 2 km mesafeden balın kokusunu alırlar.  


Bal arıları ana (kraliçe) arı, erkek arılar ve işçi arılardan oluşur. Bir kovanda ana (kraliçe) arı, birkaç yüz erkek arı ve 10 - 80 bin işçi arı bulunur. Görünüş olarak birbirinden farklı olan bu üç arıdan ana arı ve işçi arılar dişidir. Yavruları ana arı yapar. Döllenmiş yumurtalardan işçi ve ana arılar, döllenmemiş yumurtalardan erkek arılar meydana gelir. Ana arı ile işçi arı arasındaki farkı, larva* döneminde yapılan beslenme oluşturur. 

Bal arıları, toplu halde yaşayan canlılardır ve kovanda yaşamın devamlılığını sağlamak için hep birlikte çalışırlar. 


Bal arılarının dış görünüşleri genel olarak birbirlerine çok benzer. Bu benzerliğe rağmen kovana giren herhangi bir yabancı arı tanınır ve kovandan dışarı atılır ya da öldürülür. Her kovanda ana (kraliçe) arının salgıladığı bir kimyasal madde vardır ve kovandaki bütün arılar bu maddeyi kraliçeden alırlar. Bu şekilde kraliçe ile aynı kokuya sahip olurlar ve bu madde sayesinde aynı kolonideki bütün bireyler birbirlerini kolaylıkla tanırlar.


Ana (kraliçe) arı, kolonilerde genellikle bir tane olur ve diğer dişilere göre daha büyüktür. Kolonideki arıların çoğunun hatta hepsinin annesidir. Ayrıca arıların başıdır. Temel görevi yumurtlamaktır. Kolonideki işçi arılar tarafından larva halindeyken seçilir ve cinsel olgunluğa erişene kadar arı sütü ile beslenir. Üreme sadece kraliçe arı vasıtasıyla olur, onun dışında diğer işçi arılar erkeklerle çiftleşemezler. Koloninin bütünlüğünü ve kovandaki sistemin işleyişini sağlayan önemli maddeler salgılar. Kaliteli ve genç bir kraliçe arı, diğer kovan içi ve kovan dışı şartlar da elverişli ise günde 2000 dolayında yumurta yumurtlayabilir. Kraliçe arı kaza sonucu öldüğünde veya yumurta bırakması yavaşladığında, işçi arılar yeni bir kraliçe adayı yetiştirmeye başlarlar. Kraliçe arı, yeni bir koloni kurmak için arı sürüsü ile birlikte ana koloniden ayrıldığında, kuluçkadan çıkan ilk kraliçe adayı diğer kraliçe adaylarını yok etmeye çalışır. Eğer iki kraliçe adayı aynı anda kuluçkadan çıkarlarsa ölümüne dövüşürler. Kraliçe arılar ortalama 4 ile 5 seneye kadar yaşayabilirler. Bununla beraber birçok arıcı her sene ya da iki senede bir kraliçe arıyı değiştirir. 


İşçi arılar, bir arı kolonisinde çiftleşme kapasitesine sahip olmayan dişi arılardır. Kolonideki arıların neredeyse tamamı işçi arılardır. Bir bal arısı kovanında kışın yaklaşık 20 - 30 bin, yazın 60 - 80 bin arası işçi arı bulunur. İşçi arılar kovandaki bütün işleri üstlenmişlerdir ve büyüdükleri hücreden çıktıkları andan itibaren gelişimleri ile orantılı olarak kovan içindeki görevleri de değişir. İşçi arılar yaşamları boyunca kovan içindeki her türlü işle ilgilenmiş olurlar. Kolonide polen ve nektar toplama, savunma, inşaat, temizlik, bebek bakımı ve cenaze işlerinden sorumludurlar. Kovan temizliği arıların ve larvaların sağlığı açısından çok önemlidir. Arılar kovanda gereksiz gördükleri her şeyi dışarı taşırlar. Taşıyamayacakları kadar büyük olan ve kovana dışarıdan giren böcekleri de öldürürler ve propolis* ile kaplayarak bir nevi mumyalama işlemi yaparlar. Propolisin özelliği, içinde bakteri barınamamasıdır. Yani mumyalama işi için ideal bir maddedir. İşçi arılar kış aylarında 4 - 9 ay, yaz aylarında 6 hafta civarı yaşarlar. İşçi arıların dikenli bir iğnesi bulunur ve bu iğne ile bir canlıyı soktuklarında iğnelerini bırakır ve ölürler.


Erkek arılar, arı kolonilerinde tek görevleri ana (kraliçe) arıyla çiftleşmek olan, bal üretmeyen arılardır. Erkek arılar çiftleşme esnasında ölürler. Kraliçe arı, genelikle erkek arılardan daha iridir. Erkek arılar ise genellikle işçi arılardan iri olurlar. İşçi arılardan iridirler ama iğneleri ve kendilerine besin toplayabilecekleri organları yoktur. Tek fonksiyonları kraliçeyi döllemektir. Kraliçe arı kolonideki genetik çeşitliliği muhafaza etmek için genellikle birden fazla erkek arı ile havada çiftleşir. Bu çiftleşme uçuşları art arda birkaç gün tekrarlanabilir. Daha sonra kraliçe arı yumurta bırakmaya başlar ve yeni bir koloni kurmak amaçlı uçuşlar haricinde, kovanı terk etmez. Normalde kraliçe arının döl kesesinde, hayatı boyunca bırakacağı tüm yumurtaları dölleyecek kadar sperm bulunur. Bir kolonide tamamı dişi olan işçi arılara kıyasla az sayıda, genellikle 300 ile 3000 arasında erkek arı bulunur. Sonbahar geldiğinde veya kolonide uzun süreli sıkıntı yaşandığında işçi arılar tarafından koloniden uzaklaştırılırlar. Sadece birkaç hafta yaşarlar. 



Sırasıyla kraliçe, işçi ve erkek arılar

İşçi arılarda ve ana (kraliçe) arıda, karın sonunda iğne bulunmaktadır. İğne, arılar için sivri uçlu bir savunma organıdır. Bu iğne bir zehir kesesine bağlıdır. İşçi arıların iğnesi geriye çentiklidir, bundan dolayı işçi arılar birisini sokmak üzere iğnesini batırdıklarında geri çekemezler. Bu nedenle arılar kendi hayatlarını tehlikede görmediği sürece insanları sokmazlar. Arıların sokması savunmalarının en son safhasıdır. Önce sesle uyarırlar, daha sonra toplu halde gürültü yaparlar. Halen tehlike hissederlerse, hızla tehlike gelen yere doğru uçup çarparak korkutmaya çalışırlar, olmadı en son olarak sokarlar. Arı sokması alerjik yapılı kişilerde ve solunum yollarına yakın sokmalarda öldürücü olabilir. 


Arı iğnesi

Arılar, insanlar tarafından yenen bir besin üreten tek böcek türüdür. İnsanlar arılardan bal, polen, arı sütü, arı zehiri ve propolis elde ederler. Bir kiloluk bir balın yapılabilmesi için 40 bin arının, yaklaşık 6 milyon çiçeğe konması gerekmektedir. Bir işçi arı yaşadığı süre boyunca, bir çay kaşığının 12'de 1'i kadar bal yapabilmektedir. Bal bozulmayan tek gıdadır. Bal sağlıklı ve lezzetli bir ürün olarak tanınmakla birlikte, şeker hastalarının ve 1 yaş altındaki bebeklerin uzak durmaları gereken bir üründür. Polen ise alerjik kişilerin, dikkatle tüketebileceği bir üründür. Arı sütü, arı zehiri ve propolis tıbbi araştırmalarda kullanılan ürünlerdir. 


Bal peteği

Bal arıları polenleri toplanmış çiçeğe diğer arıların bir daha uğramaması için, polen aldıkları çiçeğin üzerini elektriksel bir alanla kaplarlar. Vücutlarındaki elektro alıcılar tarafından bu izleri görüp algılayan diğer arılar ise bu çiçeklere uğramıyor, zaman ve enerjiden kazanmış oluyorlar. 

Arılar aralarında çeşitli ritmik hareketler yaparak iletişim kurarlar. Bilim adamları tarafından bu dansa "arıların dansı" denmektedir. Arılar hareketleri ve dansları gibi, vızıltılarını da bilgiyi iletmek için kullanırlar. Tehlikeli durumlarda arılar, tehlikeyi haber vermek için daha yüksek sesle vızıldarlar. 

Bal arıları insan yüzlerini ayırt edebilmektedir. Arılar mavi ve ona yakın renkleri çok rahat görürler fakat kırmızı rengi siyah olarak algılarlar. Ayrıca doğadaki birtakım işaretleri akıllarında tutarak yönlerini bulabilmektedirler.  

Arılar hastalanabiliyorlar ancak hastalıklarını kovandaki diğer arılara bulaştıramıyorlar. Çünkü arılar bir virüs kaptıklarında, yön duygularını yitiriyorlar ve yuvalarını bulamadıkları için tek başlarına ölüyorlar. 

Myanmar'da bir madende amber içinde bulunan "melittosphex burmensis" cinsi arı, tarihte bilinen en eski arıdır. Bu tür, yaklaşık 100 milyon yıl önce yaşamıştır. 


Melittosphex Burmensis

Arılarla ilgili en önemli konu ise, doğaya olan katkılarıdır. Arıların ekolojik katkıları çiçeklerin döllenmesi, erkek ve dişi çiçek organlarında gerçekleştirdikleri polen taşıma konusundaki katkıları üzerinden gerçekleşmektedir. Öyle ki, arıların dölleme işlemine ihtiyaç duymayan bitki sayısı son derece sınırlıdır. Bir araştırmaya göre dünyadaki gıda maddelerinin yüzde 90'ı 82 çeşit bitkiden elde edilir ve bunların yüzde 77'si arılar tarafından döllenmeye muhtaçtır.

Arıların bu ekolojik katkısına istinaden Albert Einstein şöyle demiştir: 

"Arılar yeryüzünden silinip giderse, insanoğlu yalnızca dört yıl yaşayabilir. Arılar olmazsa döllenme olmaz, hiçbir bitki, hiçbir hayvan, hiçbir insan olmaz."   




Kaynak: Wikipedia

23 Mayıs 2018 Çarşamba

Barış Manço

Barış Manço (2 Ocak 1943 / İstanbul - 1 Şubat 1999 / İstanbul). 

"Ayrıca sanatçı olduğumu da iddia etmiyorum. Ben öldükten sonra torunlarım ansiklopedilerde Barış Manço'yu sanatçı diye okurlarsa, galiba sanatçı olduğum da tescil edilmiş olacak. Geleceğe ne bıraktığınız önemli. Yoksa insan yaşarken kendi kendine ben sanatçıyım dememeli." 

Diyordu bir röportajında Barış Manço. Artık en büyük ansiklopedi, internet ortamı. Ve burada Barış Manço "sanatçı"dır diyor. Hem de büyük bir sanatçı. Ruhu şad olsun.


Barış Manço kimdir? 

Türk sanatçı, şarkıcı, besteci, söz yazarı, tv programı yapımcısı ve sunucusu, köşe yazarı, koleksiyoner, gezgin, Kültür Elçisi... 1991 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devlet Sanatçısı unvanına layık görülmüştür. 

Barış Manço'nun soyu Selanik'e dayanmaktadır. Aile kökenleri, İstanbul'un fethinden sonra Konya'dan Selanik'e göç etmiş ve 1. Dünya Savaşı yıllarındaki zorluklar nedeniyle İstanbul'a göç etmiştir. 

2. Dünya Savaşı yıllarında doğduğu için ailesi ona "Barış" adını vermiştir. Oğlu Doğukan Manço katıldığı bir söyleşide "Babam 1943'te İstanbul'da doğdu ve Türkiye'de ilk Barış ismini aldı, esasında isim babası. Barış ismi, 1941'de dünya savaşlarının ardından barışa duyulan özlemden doğdu." açıklamasını yapmıştır. 

Barış Manço'nun müziğe başlangıcı Galatasaray Lisesi'nde olmuştur. Lise öğrenimini okul değiştirerek Şişli Terakki Lisesi'nde tamamlamıştır. Yüksek öğrenimini Belçika Kraliyet Akademisi'nde "resim - grafik - iç mimari" alanında tamamlamış ve okulunu birincilikle bitirmiştir. 

1950'li yıllarda Erkin Koray ile başlayan, Cem Karaca, Moğollar gibi isimlerle devam eden rock müziğin öncülerinden biridir. Anadolu Rock ya da Anadolu Pop olarak adlandırılan türün kurucuları arasında gösterilir. 

1975 yılında, bir yıllık çalışmanın ardından kariyerinin ilk uzunçaları olan "2023"ü yayımlamıştır. Bu albüm, 13 dakikalık "Baykoca Destanı" ve Türkiye Cumhuriyeti'nin 100. yılına yazılmış senfonik bir eser olan "Kayaların Oğlu" ve "2023" ikilisi gibi epik eserlere sahip sıra dışı bir albüm olarak sanatçının diskografisinde yerini almıştır. 

Barış Manço'ya bir Trt röportajı sırasında sorulan soru üzerine, "Benim birkaç hayalim var. 80 yaşındayken elimde bastonum, belki kolumda Doğukan, onun yardımıyla çıkarım sahneye ve senfoni orkestrasına 2023 çaldırmak en büyük ideallerimden birisi olsa gerek." demiştir. 

En çok bilinen şarkılarından biri olan "Gülpembe", Barış Manço 13 yaşındayken ölen babaannesinin ismidir. 

Bestelemiş olduğu 200'ün üzerindeki şarkısı, kendisine on iki altın ve bir platin albüm ve kaset ödülü kazandırdı. Bu şarkıların bir bölümü daha sonra Arapça, Bulgarca, Flemenkçe, Almanca, Fransızca, İbranice, İngilizce, Japonca ve Yunanca olarak yorumlandı. 

Kendi belgeselinde sorulan "Albümleriniz Japonya'da daha çok satıyor. Bunu neye bağlıyorsunuz?" sorusuna "Orada albümlerim milyonları geçti. Türkiye'de ise yarım milyon olsa çok sevinirim." yanıtını vermiştir. 

1995 yılında, dönemin genç pop şarkıcıları "Adam Olmuş Çocuklar Korosu" adı altında bir araya gelerek, Barış Manço ile birlikte "Müsaadenizle Çocuklar" adlı şarkıyı seslendirdiler. Ajlan & Mine, Burak Kut, Soner Arıca, İzel, Jale, Nalan, Tayfun, Hakan Peker, Ufuk Yıldırım, Grup Vitamin ve Barış Manço Taksim Meydanı'nda bu şarkı için beraber klip çektiler. 


1998'de 40. sanat yılı nedeniyle "Mançoloji" adını verdiği albümü yapmaya başlamıştır. Ayrıca müzik hayatının 40 yılını anlatan "40. Yıl" şarkısını bestelemiş ancak sözlerini yazamadan vefat etmiştir. Bu şarkının da bulunduğu Mançoloji 1999 yılında yayımlanmış ve 2,6 milyon satarak o yılın en çok satan albümü olmuştur. 

Barış Manço, kimi akademik çevrelerce ozan - baksı edebiyat geleneğinin devamı olan aşıklık geleneğinin çağdaş bir temsilcisi olarak görülür. Şarkılarında halk kültüründen, sanatından, edebiyatından bolca faydalanması, söz konusu geleneğin gerek biçimlerini gerekse temalarını sıklıkla kullanması; eserlerinde mesajlar vermesi, şarkılarının son dörtlüğünde aşıkların yaptığı gibi kendi adını kullanması bu görüşün temel dayanaklarıdır. Bazı akademisyenlerce de Barış Manço, yeni bir oluşumun temsilcisi olarak görülür. Bu da aşıklık geleneğinin devamı olarak kabul edilebilecek ve "Çağdaş Türk Ozanlığı" olarak adlandırılan oluşumdur. Barış Manço'nun yaptığı, geleneğin bire bir kopyası ve devamı şeklinde değil, sentezleyerek ve dönüştürerek yeniden üretmedir. 


Barış Manço'nun aklında bir televizyon programı yapma fikri vardı. Yapmak istediği televizyon programlarını yıllarca planladı ve kafasında tasarladı. Tasarladığı televizyon projesini hayata geçirmek için 1988'de Trt 1 televizyonuna, o güne kadar benzeri yapılmamış bir program önerdi. "Çocuk ve aileye yönelik eğitici ve eğlendirici bir dünya belgeseli" olan ve yayına girdiği günden beri, milyonlarca izleyicinin ilgisini çeken ve ekran başına toplayan, "Barış Manço ile 7'den 77'ye" programı 1988 yılında doğdu. Trt'de yayınlanan bu programda televizyon ekibi 150'den fazla ülkeye gidip, oraları seyircilere tanıtmıştır. 

"Barış Manço ile 7'den 77'ye", adından da anlaşılabileceği gibi tüm yaş gruplarına hitap ediyor ve kendi içerisinde özel bölümlerden oluşuyordu. Program "Adam Olacak Çocuk, İkinci Kahvaltı, Dönence, Dere Tepe Türkiye" gibi bölümlerden oluşuyordu. Dolayısıyla herkese hitap ediyordu. 

"7'den 77'ye" adlı televizyon programı, 1998 yılının Haziran ayında 378. kez ekrana gelerek Türk televizyonculuğunda ulaşılması zor bir rekoru kırdı. "Ekvatordan Kutuplara" isimli programında ekibiyle birlikte beş kıtada 100'den fazla değişik yöreye giderek, 600.000 km'ye yakın yol kat etmiştir. Barış Manço hazırladığı bu televizyon programında dünyanın bir çok yerini gezdiğinden, "Barış Çelebi" olarak adlandırılmıştır. 

Barış Manço müzik ve televizyon hayatında üç binden fazla ödül almıştır. Bu ödüller, İstanbul Kadıköy'de bulunan Barış Manço Evi'nde sergilenmektedir. 

Barış Manço'dan anılar... 

1989 yılı, Amerika, Teksas gezisinden... 



1989 yılı, Milano'da Van Basten, Rijkaard ve Ruud Gullit ile yaptığı keyifli röportajı... 

   

Adam Olacak Çocuk'tan... 



1975 yılından, kariyerinin tek sinema filmi olan "Baba Bizi Eversene"den bir sahne... 

  

Bbc'ye verdiği röportaj...



Sigarayı bırakması ile ilgili açıklaması...



Çevresi tarafından cimri olarak nitelendirilmesine verdiği cevabı...



Barış Manço'nun hayalini süsleyen bir ideali vardı. Cumhurbaşkanı olmak. Belki de "Adam Olacak Çocuk"lar bir gün onu cumhurbaşkanı yapacaktı...



Ali Kırca'nın Siyaset Meydanı programında, Türkiye'de müzik etkisinin değişimi ve gelişimi üzerine kitap yazacağını dile getirmiştir ancak ömrü vefa etmemiştir...



Ve son olarak... "Barış Manço - Dönence" 





Kaynak: Wikipedia
http://www.barismanco.kadikoy.bel.tr

19 Mayıs 2018 Cumartesi

19 Mayıs 1919

"1919 senesi, Mayısın 19. günü Samsun'a çıktım." 

Mustafa Kemal Atatürk böyle başlıyordu "Nutuk"a...* 


İstiklal Savaşı gazetesi

Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı, her yıl 19 Mayıs tarihinde kutlanan, Türkiye Cumhuriyeti'nin resmi bayramlarından biridir. Atatürk bu bayramı Türk gençliğine armağan etmiştir.

Mustafa Kemal Atatürk, 16 Mayıs 1919 tarihinde İstanbul'dan kalkan Bandırma Vapuru ile 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun'a çıkmıştır. Atatürk'ün 16 - 19 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirdiği bu İstanbul - Samsun yolculuğu kurtuluş dönemini simgeler. 


19 Mayıs 1919, İtilaf Devletleri'nin işgaline karşı Türk Kurtuluş Savaşı'nın başladığı gün kabul edilir. 


Ayrıca 19 Mayıs, Atatürk'ün "doğum günüm" dediği gündür.


Gençlik ve Spor Bayramı, ilk defa 24 Mayıs 1935'te "Atatürk Günü" adı altında kutlanmıştır. Beşiktaş'ın girişimleriyle Fenerbahçe Stadı'nda kutlanan bu ilk 19 Mayıs, Galatasaraylı ve Fenerbahçeli yüzlerce sporcunun da katılımıyla bir spor günü haline gelmiştir. Bu organizasyondan bir süre sonra gerçekleşen Spor Kongresi'nde söz alan Beşiktaş Kurucu Üyesi Ahmet Fetgeri Aşeni, kutlanan Atatürk Günü'nün tüm gençliğe mal edilebilmesi için "19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı" adı altında her yıl yapılmasını teklif etmiştir. Kongrede oylanan bu öneri kabul edilmiş ve Mustafa Kemal Atatürk'ün de onayıyla yasalaşmıştır. 20 Haziran 1938 tarihli kanunla 19 Mayıs, "Gençlik ve Spor Bayramı" adı altında kutlanmaya başlamıştır. 1981 yılında bu bayram, "Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı" adını almıştır. 



1939 yılında Gençlik ve Spor Bayramı kutlaması

Nutuk'tan...  

"1919 senesi, Mayısın 19. günü Samsun'a çıktım. 


Genel durum ve görünüm:


Osmanlı Devleti'nin içinde bulunduğu grup, Dünya Savaşı'nda yenilmiş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, ağır şartları olan bir ateşkes anlaşması imzalanmış. Dünya Savaşı'nın uzun yılları boyunca ulus yorgun ve fakir bir durumda. Ulusu ve ülkeyi Dünya Savaşı'na sokanlar, kendi hayatlarının derdine düşerek, ülkeden kaçmışlar. Saltanat ve hilafet makamında bulunan Vahdettin soysuzlaşmış, kendini ve yalnızca tahtını güvenceye alabileceği alçakça önlemler araştırmakta. Damat Ferit Paşa'nın başkanlığındaki hükümet zavallı, beceriksiz, onursuz ve korkak; yalnızca padişahın buyruğuna bağlı ve onunla beraber kendilerini koruyabilecek herhangi bir duruma razı.


Ordunun elinden silahları, cephanesi alınmış ve alınmakta...


İtilaf devletleri, ateşkes hükümlerine uymaya gerek görmüyorlar. Birer bahaneyle, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul'da. Adana ili, Fransızlar; Urfa, Maraş ve Antep, İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya'da İtalyan askeri birlikleri; Merzifon ve Samsun'da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta, yabancı subay ve görevlilerle özel ajanlar çalışmakta. Sonuçta, konuşmamıza başlangıç kabul ettiğimiz tarihten dört gün önce, 15 Mayıs 1919'da İtilaf devletlerinin onayıyla Yunan ordusu İzmir'e çıkartılıyor.


Bundan başka, ülkenin her tarafında Hristiyanlar gizli, açık, özel istek ve amaçlarının gerçekleşmesini sağlamak ve devletin bir an önce çökmesi için çalışıyorlar. 


Daha sonra elde edilen sağlam bilgi ve belgelerle görüldü ki, İstanbul Rum Patrikhanesi'nde kurulan Mavri Mira heyeti illerde çeteler kurmak ve yönetmek, mitingler ve propagandalar yaptırmakla uğraşıyor. Yunan Kızılhaçı ve Resmi Muhacirin Komisyonu, Mavri Mira heyetinin çalışmalarını kolaylaştırmakla görevli. Mavri Mira heyeti tarafından yönetilen Rum okullarının izci örgütleri, yirmi yaşını geçmiş gençler de içinde olmak üzere, her yerde kuruluşunu tamamlıyor.


Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyetiyle fikir birliği içinde çalışıyor. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibi ilerliyor.


Trabzon, Samsun ve bütün Karadeniz sahillerinde oluşturulmuş ve İstanbul'daki merkeze bağlı Pontus Cemiyeti kolaylıkla ve başarıyla çalışıyor.


...


O halde ciddi ve gerçek karar ne olabilirdi?


Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da ulusal egemenliğe dayanan, kayıtsız şartsız bağımsız yeni bir Türk Devleti kurmak!


İşte, daha İstanbul'dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun'da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulamasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.


Bu kararın dayandığı en güçlü düşünce ve mantık şuydu:


Temel ilke, Türk ulusunun onurlu ve şerefli bir ulus olarak yaşamasıdır. Bu ilke ancak tam bağımsızlığa sahip olmakla sağlanabilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun, bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uygar insanlık dünyası karşısında uşak olmak konumundan daha yüksek bir muameleye layık olamaz.


Yabancı bir devletin koruma ve kollayıcılığını kabul etmek, insanlıktan yoksunluğu, güçsüzlük ve uyuşukluğu kabul etmekten başka bir şey değildir. Gerçekten bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, başlarına isteyerek bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez.


Oysa, Türk'ün onuru, gururu ve yeteneği çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir ulus tutsak yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!


O halde, ya istiklal ya ölüm!


İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. 


...


Ey Türk gençliği! 


Birinci görevin, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti'ni sonsuza kadar korumak ve savunmaktır.


Varlığının ve geleceğinin tek temeli budur. Bu temel, senin en değerli hazinendir. Gelecekte de, seni bu hazineden yoksun bırakmak isteyecek iç ve dış düşmanların olacaktır. Bir gün, bağımsızlık ve cumhuriyeti savunma zorunluluğuna düşersen, göreve atılmak için, içinde bulunacağın durumun olanak ve koşullarını düşünmeyeceksin! Bu olanak ve koşullar çok elverişsiz bir nitelikte görünebilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada benzeri görülmemiş bir zaferin temsilcisi olabilirler. Zorla ve aldatmacayla sevgili vatanın bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve ülkenin her köşesi fiili olarak ele geçirilmiş olabilir. Bütün bu koşullardan daha acıklı ve daha korkunç olmak üzere, ülkenin içinde iktidara sahip olanlar aymazlık ve sapkınlık ve hatta hainlik içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, kişisel çıkarlarını istilacıların siyasi emelleriyle birleştirebilirler. Ulus, yoksulluk ve sıkıntı içinde yorgun ve bitkin düşmüş olabilir.


Ey Türk geleceğinin evladı! İşte, bu durum ve koşullar içinde bile görevin, Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır! 


Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur!" 


Mustafa Kemal Atatürk 


Atatürk TBMM kürsüsünde Nutuk'u okuyor (15 - 20 Ekim 1927)




Kaynak: Nutuk 
Wikipedia